Defne, yirmi sekiz yaşında, cam gökdelenlerin ve gri beton binaların arasında kendine bir krallık kurmuştu. Mimarlık ofisi, İstanbul'un en prestijli semtlerinden birindeydi ve o, her bir çizgisini, her bir projesini kendi tırnaklarıyla kazıyarak var etmişti. Ailesinin sıcak ama baskıcı gölgesinden ayrılıp, kendi ayakları üzerinde durmayı, hayatın fırtınalarına karşı tek başına direnmeyi öğrenmişti. Bu süreçte kalbi bir kalkanla çevrelenmişti; duygularını, zayıflıklarını göstermeyen, her zaman mantığıyla hareket eden, yenilmez bir savaşçıya dönüşmüştü. Güzelliği, içindeki o yıkılmaz gücün bir yansımasıydı; bakışları keskin, duruşu asildi.
Hayatı, bir senfoninin kusursuz notaları gibiydi. Her gün, her saat planlı, her karar akıllıcaydı. Bu kusursuzluğun içinde, aşkın karmaşık ve düzensiz dünyasına yer yoktu. Onun için aşk, zaaflara açılan bir kapıydı ve Defne bu kapıyı sıkıca mühürlemişti. Ta ki hayatına Rüzgar girene kadar.
Rüzgar, Defne'nin dünyasına bir fırtına gibi değil, nazik bir esinti gibi girmişti. Sanatla uğraşan, neşeli, özgür ruhlu bir adamdı. Renklerin ve anlık duyguların peşinden giden, hayatı bir şenlik gibi yaşayan biri. Defne'nin çalıştığı binanın karşısındaki küçük kafede, her sabah aynı saatte oturur, onu izlerdi. İlk başlarda Defne, onun varlığından bile rahatsızdı. Onun gözlerindeki hayranlık ve samimiyet, Defne'nin özenle inşa ettiği duvarları tehdit ediyordu. Rüzgar'ın her gün masasına bıraktığı, üzerinde sadece "Gülümse" yazan küçük not kağıtları, Defne için anlamsız bir çocuk oyunuydu. Yüz vermedi, göz teması kurmadı, hatta bazen kasıtlı olarak soğuk davrandı.
Rüzgar ise yılmadı. Aşkını dillendirmekten ziyade, onu hissettirmeyi seçti. Defne'nin yoğun iş temposunda, hiç beklemediği bir anda ofisine bir fincan sıcak kahve bırakır, yağmurlu bir günde ofisin önünde şemsiyeyle belirir, yorgun bir akşam üstü kapısının önünde, en sevdiği şarkının melodisini mırıldanırdı. Onun bu şefkati, Defne'nin savunma mekanizmalarını yavaş yavaş aşındırmaya başladı. Bir gün Rüzgar, Defne'nin en önemli sunumu için gece gündüz çalıştığını öğrenmiş, sessizce ofisinin kapısına bir kutu bırakmıştı. İçinde en sevdiği çikolata ve elle çizilmiş, üzerinde "Yorgun kalbin için bir mola" yazan bir eskiz vardı. O eskiz, Defne'nin o güne kadar kimseden görmediği bir inceliği temsil ediyordu. İşte o an, Defne'nin buzdan duvarında ilk çatlak oluştu.
Aylar sonra, Rüzgar'ın sabrı ve samimiyeti, Defne'nin kalbindeki kapıyı aralamayı başarmıştı. Onu hayatına aldı, ancak her adımda temkinliydi. Her bir duyguyu analiz ediyor, her bir hareketi sorguluyordu. Rüzgar'ın hayatında ilk defa bu kadar korunaklı bir kalbe dokunduğunun farkındaydı ve bu yüzden ona daha da nazik yaklaşıyordu. Onun güvenini kazanmak, Rüzgar için en büyük sanatsal eseri yaratmaktan daha önemliydi.
İlişkileri, Defne'nin alışık olmadığı bir şekilde, neşeli ve rahattı. Rüzgar, onun hayatına düzeni değil, spontanlığı getirmişti. Onu dağın tepesine gün batımını izlemeye götürür, gece yarısı sahilde yıldızları saymaya davet ederdi. Defne, bu yeni dünyada kendini bulmaya başlamış, kalbinin attığını hissetmişti.
Ancak bir gün, o küçük hata yaşandı. Defne'nin hayatındaki en önemli mimarlık ödülünün töreni vardı. Aylar boyu bu anı beklemişti. Rüzgar, ona törende eşlik edeceğini, yanında olacağını söylemişti. Defne, o akşam saatlerce Rüzgar'ı bekledi ama gelmedi. Telefonu kapalıydı. Kalbi, hissettiği hayal kırıklığıyla bir anda buz kesti. Töreni tek başına, gururlu bir duruşla bitirdi ama içi kan ağlıyordu. Yıllar önce ailesinden gördüğü bir ilgisizliğin benzeriydi bu ve Defne'nin beyni otomatik olarak "Terk edilme" sinyalini veriyordu.
Ertesi gün, Rüzgar kapısına geldiğinde, Defne yüzüne bile bakmadı. "Benim için bittin," dedi. "Sen de herkes gibisin. Gözüme baktın, sonra sırtını döndün." Rüzgar'ın gözleri dolu doluydu. "Defne, dün annemin bir anda rahatsızlandığı haberi geldi. Hastaneye yetişmem gerekiyordu, telefonumun şarjı bitmiş..." Rüzgar'ın sözlerini kesti Defne. "Bana yalan söyleme! Yalanları duymak istemiyorum." Kalbi o kadar katılaşmıştı ki, Rüzgar'ın sesindeki samimiyeti, gözlerindeki pişmanlığı göremiyordu. Yılların birikmiş acısı, bir anda patlak vermişti. Rüzgar'ı hayatından çıkarmak için her şeyi yaptı; telefonlarını engelledi, mesajlarına cevap vermedi, adresini değiştirdi.
Ama Rüzgar gitmedi. Onu rahatsız etmedi, zorlamadı. Defne'nin iş yerine artık çiçek göndermiyordu, onun yerine, her akşam Defne'nin camına bakıp, elindeki küçük fenerle bir kalp çizerdi. Bazen yanına oturur, Defne'nin onu görmediğini düşünerek, saatlerce öylece otururdu. Bu sessiz varoluş, Defne'nin direncini yavaş yavaş kırdı. Onu hayatından çıkaramıyordu, çünkü Rüzgar bir eşya değildi. O, Defne'nin ruhuna yerleşmiş, kök salmıştı.
Bir gece, sabaha kadar uyuyamadı. Pencereden dışarı baktı ve Rüzgar'ı o her zamanki bankta oturduğunu gördü. Koşarak aşağı indi. "Neden gitmiyorsun?" diye bağırdı. Gözleri yaşlıydı. "Neden beni rahat bırakmıyorsun?"
Rüzgar ayağa kalktı ve yaklaştı. Yüzünde ne öfke ne de kırgınlık vardı. Sadece derin bir şefkat. "Çünkü sen hayatımın en güzel şarkısısın, Defne," dedi. "Ve bu şarkı, tek bir yanlış nota için çalmaktan vazgeçilmez." Defne hıçkırarak ağlamaya başladı. Rüzgar, kollarını ona sardı ve ilk defa Defne kendini tamamen bıraktı. "Ben bir hata yaptım. Yaptığım şeyden dolayı özür dilerim, Defne. Ama bu benim sana olan aşkımı değiştirmez. Hayat hatalardan ibaret, ama önemli olan o hatalardan sonra ne yaptığımızdır."
Defne, Rüzgar'ın kollarında hıçkırırken, yıllardır taşıdığı yükün hafiflediğini hissetti. Rüzgar ona, koşulsuz sevmeyi, mükemmel olmak zorunda olmadığını, hata yapmanın insan olmanın bir parçası olduğunu öğretti. Önce kendi hatalarını, sonra Rüzgar'ın hatalarını, en sonunda da hayatın kusurlarını kabul etti. Aşkın bir sözleşme olmadığını, bir ruhun diğerine koşulsuz teslimiyeti olduğunu anladı.
Defne'nin kalbi artık bir kale değil, içinde kuşların cıvıldadığı, çiçeklerin açtığı bir bahçeydi. Rüzgar, onun hayatına sadece aşkı getirmemişti; neşeyi, huzuru ve en önemlisi, mutlu olmayı öğretmişti. Onlar, güçlü bir kadının ve sabırlı bir adamın, kırık kalpleri bir araya getirerek, bir ömür boyu sürecek bir şarkı bestelediği hikayeydi.
### no choices found for poll!